Cafe Fernando dün 5 yaşına girdi. Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki. Her sene, blogumun doğumgününde, işlerimin ve hayatın yazıyı son dakikaya atacağını tahmin ettiğim ve bu son dakika işinin de hiç içime sinmeyeceğimi bildiğim için, yazıyı yayınlar yayınlamaz bir sonraki senenin yazısı için notlar almaya başlıyorum. Geçen sene de, madem beş yılı devireceğim, oturup “Yani blog yazarı olmak istiyorsun, öyle mi?” başlıklı bir yazının taslağına başlayayım demiştim. Bir blog şöyle olmalı, böyle olmalı, daha çok okunmak için şöyle şeyler yapmalısın tarzında değil, tam tersi, blog yazarak mutlu olmak istiyorsan şunları şunları yapsan iyi olur, bak emin misin karşına bunlar bunlar çıkacak, bir daha düşün, böyle böyle insanlar da var diyerek, akıl vermek demeyelim, planlamadan gerçekleşmiş olaylardan kazandığım tecrübeleri aktarmak niyetindeydim. Ama araya kitap girdi, birçok başka proje girdi, ve son olarak da San Francisco girdi. Yazı yine son dakikaya kaldı. Hatta bir de sırt ağrısı eklenince dünkü sabrım ve tahammülüm sadece fotoğraflara yetebildi. Yayınlaması da bugüne kaldı.
5 sene… Ne kadar imkansız bir şeymiş gibi gözüküyor aslında. Bazen sabahın köründe kalkıp fotoğraf çekerek, çoğu zaman yaptıklarımı fotoğraf çekemediğim ya da çektiklerimi beğenmediğim için yemeden ertesi güne saklamak zorunda kalarak, istisnasız her tatilde sırtımda kilolarca ekipmanla yol teperek, okunmak dışında hiçbir karşılık beklemeden, yazdıklarımı kimsenin okumadığı günlerde dahi umudum kırılmayarak bugüne gelmek. Hepsi bir lokma yemeği bir ufacık kareye sığdırmak için.