Kayısılı tart dedim ama aslını soracak olursanız bu bir kurabiye. Amerikan yemek kitaplarına soracak olursak tabii. Yoksa, göz var izan var, bal gibi de tart işte. Bir tek bu mu? Brownie de kitapların kurabiye bölümündedir hep. Gerçi Brownie ve çikolatalı bir kek arasında dağlar kadar fark var ama kurabiye demektense… Neyse, adı sanı önemli değil zaten. Ben en iyisi bu kayısılı tart bugün neden burada, biraz onu anlatayım.
Doğum günlerimiz, anneler günü, babalar günü, bayramlar… Bu gibi günlerde ne zaman dışarıda yemek yerine bizimkilerde toplanmaya karar versek, daha kapıdan girişte iki tane boş torbayla karşılaşırım. Bir tanesi abime, bir tanesi bana. Boş, çünkü giderken dolacak. İçine girecek şeyler elbette mevsimine göre değişiklik gösteriyor. Eskiden Bayramoğlu’ndaki yazlıktan ne getirdilerse, bir de İstanbul’a dönerken Darıca’ya uğramışlarsa oradan neler toparladılarsa onlarla dolardı. Bana muhakkak dallarıyla birlikte meyveler (hiç böyle güzel nar gördünüz mü?), abime de mutlaka benim ağzıma koyamadığım ortasına çörek otu serpilmiş Darıca yoğurdundan. Sonra, istesek de istemesek de, babamın en sevdiği, sivri biber – ki çoğu zaman, daha asansöre biner binmez abimlerin torbasındakiler benimkine aktarılır. Dünyadaki en çıtır, en minik yapraklı, en lezzetli semizotundan. Bizi de kendileri gibi bir tane patlıcandan karnıyarık yapıyoruz zannediyor olmalılar, birer tane patlıcan. Bazen salatalık, belki birer şeftali. Ya da kocaman bir ayçiçeği. Bahçede ne olgunlaştıysa…