Chez Panisse’i açmadan iki sene önce, 1960’lı yılların sonunda, bir arkadaşıyla Londra’dan yola çıkan Alice Waters, kendini Anadolu’nun ücra bir köşesinde bulur. Benzinleri bitince, karşılarına çıkan eşek gözlü bir oğlana el işaretleriyle dertlerini anlatmaya çalışırlar. Benzin kalmadığını anlatan çocuk, bu sefer de nerede yemek yiyebiliriz diye soran Alice ve arkadaşını peşine takıp evine götürür. Evde tek başına ufak kardeşine bakmakta olan çocuk, çam kozalaklarından ateş yakıp üstünde çay demledikten sonra, belli ki evde yemek niyetine kalan son şey olan minnacık bir peynir parçasını mikroskobik parçalara bölüp önlerine koyar.
Karşılığında hiçbir şey beklemeden sahip olduğu bütün yiyeceği hiç tanımadığı Alice ve arkadaşına ikram eden bu çocuğun gösterdiği misafirperverlik, Alice’in hayatında hiçbir zaman unutmayacağı, “inancın bir mucizesi” olarak tanımladığı bir dönüm noktası olur.
İşte ben, misafirperverlik konusunda bizi örnek almış bu kadının restoranında, hiçbir zaman unutmayacağım, hayatımın en güzel yemeklerinden birini yedim.
Dallarının gölgesi onu sımsıkı saran devasa bir Arakorya çamının dibindeki Chez Panisse, bu sene 40 yaşına girdi.
1970 yılının sonunda, onun kadar idealist bir avuç yemek sevdalısı ve ailesinin yardımlarıyla 1517 Shattuck Avenue adresinde Chez Panisse’i açmak için kolları sıvar. Marcel Pagnol’ün Marius/Fanny/César üçlemesindeki Honoré Panisse karakterinin cömertliği ve iyi kalpliliğinden çok etkilenen Alice, restoranına bu karakterin ismini (Panisse’in Yeri) verir.
Aynı zamanda Montessori öğretmeni olan Alice, bu metodun temel taşlarını Chez Panisse’in felsefesi olarak belirler: Duyusal deneyim, deneme-yanılma, iyimserlik ve kendine güven.
Restoranının menüsünü doğa belirler. Birçok profesyonel restoranda amatör olarak adlandırılabilecek değişken bir menü, Alice için olmazsa olmaz bir olgu. Yapacağımız yemek ancak kullandığımız malzemeler kadar lezzetli olabileceğine göre, bir menüyü tasarlarken o gün ulaşabildiğimiz en kaliteli malzemenin yemek listesini dikte etmesinden daha doğal ne olabilir? Alice’e katılmamak mümkün değil: Nasıl Fransız bir ev kadını market alışverişine çıktığında o akşamki menüsünü gördüğü, kokladığı ve ellediği malzemelere göre belirliyorsa aynısının bir restoranda da geçerli olmaması için hiçbir sebep yok.
Benim şansım mı bilmiyorum, ama ne zaman yurt dışına gitsem ve gideceğim restoranda fotoğraf çekmek için içim kıpır kıpır olsa, mutfağa en yakın masaya oturtuluyorum. Bir restoranda en iyi masa olarak kabul edilemeyeceği aşikar, ama bana göre yemek yerken yemeği yapanları seyretmekten daha keyifli bir şey olamaz.
Hele de o mutfak Chez Panisse’in mutfağıysa. Ve o mutfak Mauviel’in ürettiği her türlü bakır tencere ve tavaya sahipse. Senelerin lekeleri, belki taşmış bir sosun kalıntısı, belki de yere düşünce oluşan ufacık bir göçük.
Chez Panisse’in alt kattaki restoran bölümünün iki tane baş aşçısı var. Yılın altı ayı Jean-Pierre Moulle, diğer altı ayı da, sahip olduğum en güzel yemek kitaplarından ikisinin yazarı, David Tanis çalışıyor.
Yemek kış aylarına denk geldiği için mutfakta Jean-Pierre vardı. En büyük hayallerimden birisi David Tanis’in yaptığı yemekleri yemekti, ama dün okuduğum bir makaleye göre 2012’de Chez Panisse’den ayrılıyormuş. Bu yaz, Chez Panisse’deki son altı ayı. Hemen ardından New York Times’ta yazmaya başlayacakmış. Üçüncü kitabı da yolda.
İlk bakışta aksi bir komutanı andıran Jean-Pierre, mutfakta çalışanları adeta gözleriyle yönetiyor. Mutfakta çıt çıkmıyor. Çalışanlar arasındaki bu sessiz iletişim ve uyumu garipsememek lazım; çoğunluğu uzun süredir Alice ile birlikte. Chez Panisse’in bir özelliği de bu. Alice’in üzerine titrediği tek konu yemeklerde kullanılan malzemeler değil. Çalışanların hepsini ailesinin bir parçası olarak görüyor. Giren kolay kolay çıkmıyor. Belki de bu yüzdendir ki, arkası dönük tatlı kız, yanında çalışan arkadaşı sosu bitirdiği anda dönüp yemeği tabağa yerleştirmesine yardım etmeye başlıyor.
Tabak hazır olur olmaz önlerinden alınıp masaya götürülüyor.
Ardından garson gelip Jean-Pierre’in bir gözüyle hep takipte olduğu kara tahtada servis yaptığı masanın numarasını silip bir yandaki sütuna yazıyor.
Chez Panisse’in alt katındaki menü sabit olduğu için her masaya ne gideceği önceden belli. Tahtada menüdeki yemek sayısı kadar sütun var. Her yemek servis edildiğinde masa numaraları da soldan sağa sütunlar arasında yolculuk ederek kahve servisi sonrasında bir sonraki servise kadar siliniyorlar. Böylelikle sırf Jean-Pierre değil, diğer çalışanlar da üzerinde uğraştıkları yemeğin tam olarak ne zaman hazır olması gerektiğini biliyorlar.
Chez Panisse’in haftalık menüsü tamamen Alice, şef ve diğer çalışanların pişirmeye değer buldukları malzemelere göre belirleniyor. Alt katta bu menünün servis edildiği restoranı, üst katta ise kafesi mevcut. Alt kat için aylar öncesinden rezervasyon yapmak gerektiği söyleniyor ama 3 hafta önce aradım ve yer bulabildim. Gerçi biz San Francisco‘ya makul bir saatte geri dönmek istediğimiz için 5:45’teki ilk servis için yer ayırttık. Bir sonraki servis için rezervasyonu daha önceden yapmak gerekebilir.
Menülerin kapaklarındaki illüstrasyonları yapan, birçok Chez Panisse kitabına da imzasını atan Patricia Curtan. Sağdaki vejetaryen menü. Evden dışarıya çıkma fırsatı bulduğum ilk gün çerçeveleteceğim.
Oturur oturmaz menülerle birlikte tereyağı ve ekmekler geliyor. Aslında bu minnacık tereyağı bile Alice Waters ve Chez Panisse’i anlatmaya yeter. Chez Panisse’de yiyeceğiniz hemen hemen her şey organik malzemelerden hazırlanıyor ve çoğunluğu sadece birkaç saat uzaklıktaki yerel çiftliklerden temin ediliyor.
Mesela, tereyağını satın aldıkları Straus Family Creamery, ürünlerinde kullandığı sütü kendi yetiştirdikleri ineklerden alıyor. Burada bitmiyor elbette. Kelimenin gerçek anlamıyla organik olmasının yanı sıra çevre konusunda da oldukça duyarlılar. İneklerin dışkısını gübre olarak kullanmanın ötesinde, bu atıklardan elektrik üretmeye ve çiftliklerini mümkün olabildiğince kendi ürettikleri enerjiyle çevirmeye çalışıyorlar. Bu da demek oluyor ki, Chez Panisse’de tereyağlı ekmek boğazınızdan süzülürken suçluluk hissetmeniz imkansız.
Ekmeğin ardından gelen amuse bouche (bizdeki tabiriyle damak hoşluğu) sonrasında menünün ilk yemeği.
Üzerine crème fraiche gezdirilmiş füme morina ve somonlu bir salata. Ne eksik ne fazla. Zaten Chez Panisse’deki mantık da bu. Bulabildiğin en iyi malzemeyle pişir, tabağa gereksiz hiçbir şey koyma.
Şansımıza, gittiğimiz hafta California kuşkonmazının tam mevsimi. Mevsimin ilk ürünleriyle hazırlanmış kuşkonmaz çorbası.
En tepede incecik traşlanmış üç parça kuşkonmaz. Kuşkonmazın ağızda eriyebileceğini hiç hayal etmemiştim. Ortasında da chanterelle mantarlarıyla (bizde yumurta mantarı olarak geçer) hazırlanmış koyu bir krema.
Konu Chez Panisse olunca, içtiğiniz çorba, ekmeğe sürdüğünüz tereyağı ve masanıza gelen diğer her şeyin “o güne kadar yediklerinizin en lezzetlisi” olması çok şaşırtıcı değil. Kullanılan malzemelerin tazeliğinden hangi şartlarda üretildiğine kadar birçok konuda kafa yoran bir ordu var arkasında. Ama Chez Panisse’i dünyanın en iyi restoranlarından biri yapan tek unsur bu değil.
Daha San Francisco‘ya gitmeden, Chez Panisse’te yiyeceğim yemeği düşündükçe, beni bir telaş sardı. Bir blogum olduğunu hiç unutmadığımı biliyorsunuz. Bir de blogla beraber başlayan, yediğim ve içtiğim her şeyi belgelemek gibi bir saplantım oluştu. Chez Panisse’de yiyeceğim yemeğin fotoğraflarını çekmemeyi aklımdan bile geçirmem, ama fotoğraf çekeceğim her restoran ziyaretinde olduğu gibi, kocaman lens takılı fotoğraf makinemden utanacağımı adım gibi biliyordum. Her ne kadar diğer masalarda yemek yiyen müşterilerin rahatını bozmamak için binbir gizlilikle çeksem de, o koca makinenin çantadan çıkacak olması beni büyük bir strese sokuyor.
“Ya izin vermezlerse?”, “Ya garson gelip azarlarsa?” soruları beynimin bir köşesinde hep var. Özellikle Paris seyahatinden sonra, koca makinemi çıkarmadan önce içeride fotoğraf çekip çekemeyeceğimi sormayı alışkanlık haline getirdim. Bu soruyu sormak da bir risk elbette. Kimsenin ruhu duymadan fotoğraf çekebilecekken bu soruyu sorduğum anda fotoğrafların akıbeti verilecek cevaba göre belirleniyor. Ama azarlanmasam dahi (ki sadece bir kez, Paris‘teki bir kasabın vitrinini dışarıdan fotoğraflarken içerideki çalışan tarafından azarlandım) çalışanın gelip uyarması bile beni yerin dibine sokacağı için bu riski göze alarak soruyorum. Chez Panisse’de de işi şansa bırakmamak için, daha Türkiye’deyken, rezervasyonu yapmak için aradığımda içeride fotoğraf çekip çekemeyeğimi sordum. Hayır cevabını almamak için öyle uzun bir giriş cümlesi kurdum ki, daha sadede gelmeden karşı taraf “Elbette çekebilirsiniz, hiçbir sorun olmaz” deyip rezervasyonu yaptı.
Peki içim rahatladı mı? Elbette hayır! Bir kere taktım mı bitmiştir. Şimdi telefonda evet dedi, ama ses kaydı mı var, gittiğimizde “Sok o kocaman makineyi çantana!” derlerse “Ama aradığımda çekebilirsin demişlerdi.” diye münakaşa edecek değilim. Öte yandan, senelerce Chez Panisse’de yiyeceğim yemeğin hayallerini kurmuşum. Neyse, lafı çok fazla uzatmayayım, telefonda aldığım cevaba rağmen içim rahat gitmediğimi bilin yeter.
Ekmek, salata, çorba derken, makine kucağımda, masa örtüsüyle gizlenmiş bir şekilde fotoğraf çekmeye devam ediyorum. Bir an makineyi kucağımdan alıp masanın ucuna koyuyorum ve o anda geçmekte olan garson görüp pek bir ilgileniyor. “Sok onu çantana!” diyeceğine de “Mutfağımızı gezmek ister misin?” diye soruyor. “Gir istediğin kadar çek” diyor! Önce şaşkın bir ifadeyle karşımda oturan arkadaşıma bakıyorum, sonra da garsona (Gianni) dönüp, “Emin misin? Rahatsız olmazlar mı?” diyorum. Ben yemek yaptığımı düşünüyorum da, biri gelip alnımdan terler damlarken dibime girip fotoğraf çekmeye çalışsa kesin kışkışlardım. Gianni “En fazla bıçakla kovalarlar canım, ne olacak.” diye cevabı yapıştırıyor. Hala içim rahat değil, dolayısıyla ürkek bir şekilde kalkıp mutfağa adım dahi atmadan, masaya neredeyse bitişik duvara dayanıp birkaç kare çekip yerime oturuyorum.
Zaten içimin rahat etmesi için ancak birinin gelip kolumdan tutup “Ne olur Cenk, ölümü gör gel, istediğin kadar fotoğraf çek!” diye diretmesi, ya da elime Chez Panisse antetli bir kağıtta “Bu restoranda Cenk Sönmezsoy dilediği kadar fotoğraf çekebilir. Kimse ona kızmayacak. Kızmayı bırak, kızmış gibi bile bakmayacak.” diye bir yazı tutuşturması gerek.
Ve aynen de böyle oluyor.
5 dakika geçmeden Gianni tekrar damlayıp “Bu böyle olmayacak. Sen çok utangaçsın. Yürü!” deyip kolumdan tuttuğu gibi mutfağa sokuyor.
Zincirlerimi kırdığım gibi fotoğraf çekmeye başlıyorum. Çalışanların benden rahatsız olmamasına şaşmamak gerek.
Izgara istasyonunda çalışan adam dışında alnından ter damlayan kimse yok.
Sanki herkes o gün o dakikada ne yapacağını bilerek doğmuş gibi çalışıyor.
Yemeklerde ne bir şey eksik, ne bir şey fazla demiştim ya, mutfakta çalışanların trafiği de aynen öyle.
Filmlerde olur da hiç gerçekçi gelmez ya, aynen öyle. Sanki aralarında telepatiyle anlaşıyorlar.
Bir ara garsonlar çok girip çıkmaya başlayınca kuytu bir köşeye çekilip fotoğraf çekmeyi bırakıyorum ve biraz seyretmeye dalıyorum. Gianni hemen yanımda bitiyor, “Niye saklandın buraya?” diye sorup kolumdan tuttuğu gibi beni yine trafiğin içine sokuyor. Sonra soğuk odaya götürüp anlatmaya başlıyor.
O gün topraktan sökülüp gelen sebzeler etiketlenip sıra sıra dizilmiş. Chez Panisse yerel çiftliklerin sürdürülebilirliğini desteklemeyi ilke edinmiş bir restoran. Çiftlik ve restoran arasına tek amacı kar etmek olan başka bir kurum girmediği için, hayvanları bütün olarak satın almak hem çiftçiyi destekliyor, hem de mutfağına soktuğu hayvanların yaşarken ne yiyip içtiğinden son zerresine kadar nasıl değerlendirebilirim gibi konularda kafa yoran Alice Waters gibi restoran sahipleri de müşterilerine sundukları yemeklerin kalitesinde kendi standartlarını sürekli yakalayabiliyorlar.
Bu fotoğraf turunun ardından masaya geri dönüyorum ve ana yemek geliyor. Paris‘te La Maison de la Truffe‘de yediğim levreği hiç unutamıyorum. Bu ondan da güzeldi.
Tepesinde sotelendikten sonra tatlı Banyuls şarabı eklenmiş taze sarımsak, arpacık soğanı ve kapya biber, yanında dışı kıtır içi pamuk gibi patatesler ve taze zencefille birlikte sadece aptallaşana kadar çevirilmiş yu choy (Asya’ya özgü, bir tip şalgamın yaprakları).
Ana yemeklerimiz tamamlanınca Gianni yine damlıyor. “Haydi, yemeğin bittiyse şimdi sana yukarıyı da gezdireyim.” diyor. Birlikte merdivenleri tırmanıp yukarıya, Chez Panisse’in kafe kısmına geliyoruz.
Yukarı kattaki kafenin menüsü a la carte. Aynı yerel ve organik malzemeler ama yemekler farklı. Fiyatları da alt katla karşılaştırıldığında daha hesaplı. Aperitif, ana yemek ve tatlı olarak ayrılan menü her gün değişiyor ve restoranın aksine öğlen yemeğinde de açık. Kafe kısmının da kendine ait bir mutfağı, muazzam bir pizza fırını ve ızgara istasyonları var. Yine de hazırlıklarda alt kattan destek aldıkları oluyormuş. Zaten her şeyin günlük olarak pişirildiği Chez Panisse’de alt katta gördüğüm fakat bize servis edilmeyen yemeklerin tek açıklaması bu olabilir.
Portakal, kan portakalı, greyfurt, siyah zeytin, taze sarımsak ve zeytinyağından oluşan bir salata…
Gianni kafe kısmını da hızlıca gezdirdikten sonra burayı da dilediğim kadar fotoğraflayıp aşağıya tatlıyı beklemek üzere iniyorum.
Evet, bir zamanlar David Lebovitz’in tart hamuru açtığı istasyonun tam önünde duruyorum.
Tart hamurunu kalıba yerleştiren adam, hemen ardından kahveli granitaya benzeyen bir karışımı ufak parçalara kırarak karıştırıyor. Menüde hiç böyle bir şey hatırlamıyorum.
Ertesi günkü menüye bakınca ne olduğu anlaşılıyor: Nocino’lu dondurma. Nocino, İtalya’nın Emilia-Romagna bölgesine has, ham cevizden yapılan bir likör. Yemek sonrasında tercih edilen, hazmı kolaylaştırıcı özelliği olan likörlerden (tarifi ve adım adım fotoğrafları için “My Calabria” adlı şahane kitabın yazarı Rosetta Costantino’nun şu yazısına bakabilirsiniz).
Acaba tadına bakabilir miyim diye rica etsem ne derler diye aklımdan geçiyor. Fotoğraf makinemi her şeyin dibine dayayıp yaptıklarını fotoğraflamak bana göre o kadar inanılmaz bir cömertlik ki kendimden utanıp vazgeçiyorum.
Ve bir adım ötesinde, bütün yemek boyunca iple çektiğim tatlı hazırlanıyor.
Ananaslar fırından çıktıktan sonra süzülmeleri esnasında çıkan sesi ve hemen ardından ortalığı saran buram buram vanilyalı karamelli kokularını hiç unutmayacağım.
Tam yeter artık, gidip yerime oturayım, tatlımı bekleyeyim derken bu tabakların yanından geçiyorum. Tabaklar “Cenk” diye bağırıyor.
Yine utanmasam, “Şunları bir karıştırabilir miyim?” deyip oracıkta tek tek inceleyeceğim, hepsini bir bir fotoğraflayacağım.
Tam yanında da yemek sonrası kahveyle beraber getirdikleri mignardise (yemek sonunda sunulan, tek lokmalık tatlılar) tabağında yerlerini almak üzere kesilip dizilmiş fıstıklı nougat parçaları.
Gianni muhteşem bir insan. Masaya geldiğimde öğreniyorum. Kolumdan tutup kaldırdığında masaya asılı kazağım yere düşmüş. Beni yukarıda bıraktıktan sonra da masanın yanından geçerken kazağımı görmüş, bir çırpıda yerden alıp katlayıp iskemleye koymuş. Öyle düzgün katlamış ki geldiğimde bir dükkanın rafındaymış gibi duruyordu.
Tam arkadaşım lafını bitiriyor, tatlılar geliyor. Tatlının adı Vacherin.
Genelde bir veya birkaç kat merengden oluşan, çırpılmış krema, taze meyve ve/veya dondurma ile servis edilen bir Fransız tatlısı. Bu versiyonda en altta üstüne Hindistan cevizi serpilip fırınlanmış ince bir beze katmanı, üzerinde Hindistan cevizli dondurma ve her kaşıkta bunları bandırmaya doyamacağınız bir şurup içinde, fırında pişmiş ananas parçaları.
San Francisco‘da bir Blue Bottle Coffee çılgınlığıdır gidiyor. Diğer kahvelerle arasında dağlar kadar fark var. Belki şımarıklık, ama biz de San Francisco’da ilk içtiğimiz günden itibaren diğer kahvelere burun kıvırmaya başladık. Otelimizin yakınlarında keşfettiğimiz bir dondurmacıda da bulunca her akşam odaya dönmeden önceki son durağımız olmuştu. Ayrı bir yazıda Blue Bottle Coffee’den daha detaylı bahsedeceğim.
Yemekten sonra ikram edilen kahve Blue Bottle Coffee’nin özel olarak hazırladığı Chez Panisse harmanı. Ve yanında mutfakta görünce umarım bu gelir bizim masaya dediğim tabakta sunulan nougat ve trüflerden oluşan mignardise tabağı.
Eğer San Francisco‘ya bir daha gitmek için 2257 gün bekleyebileceğimi sanmıyorum diyorsam, bunun en büyük sebeplerinden biri de Chez Panisse.
Eğer yolunuz San Francisco’ya düşerse, yarım saatlik bir metro yolculuğu uzaklıkta olan Chez Panisse’e uğramadan dönmeyin.
Yürüme mesafesinde bir de şahane dondurmacı var, ama o da artık bir sonraki yazıya kalsın. Bu sefer söz, arayı bu kadar açmayacağım.
Chez Panisse Restaurant & Café
1517 Shattuck Avenue
Berkeley, CA 94709-1516
Chez Panisse’in alt katında servis edilen haftalık menüsü her Cumartesi günü websitelerinde fiyatlarıyla birlikte açıklanıyor. Daha fazla bilgi için:
websitesi – haftalık restoran menüsü – kafe menüsü – harita
Rezervasyon (Pazartesi’den Cumartesi’ye, sabah 9 akşam 9:30 arası arayabilirsiniz)
Restoran rezervasyonları için: +1 (510) 548-5525
Café rezervasyonları için: +1 (510) 548-5049
nilay
Cenk,
o mekanı seninle birlikte gezmiş ve o lezzetleri tatmış kadar oldum yazını okurken.tüm yemeklerin kokusu buralara kadar ulaştı.
Özge
Gözlerimden yaşlar geldi desem yeridir…
Arzu
Bu yazıyı sanki bir rüya görür gibi okudum, hatta az önce arkadaşım gelip ekrana bakarak ” sen bu işi hakikaten seviyorsun.” dediğinde korkuyla irkildim (Zira hukuk kütüphanesindeyim:)Böyle çalışan insanların, böyle bir restoranın bu hayatta var olduğunu bilmek sanki “orda kurtarılmış bir bölge var orda ” duygusu yaşattı.(Biraz uzak ama…)
Seramik kapları dolduran, beyaz saçlı perçemli kadına da ayrı bir hayranlık duydum.
Fotoğraf çekme konusundaki ikirciklenmeyi hangimiz yaşamıyoruz ki, çok güldüm o kısmı okurken:)
Hakikaten sağol iyi ki yazdın bu yazıyı Cafe Fernando, bir fark daha yarattın …
Turuncu Mikser
hayalleye hayalleye okudum. yanagimi elime dayadim gittim gittim geldim oralara. ellerine makinana saglik; ))
ipek
Muhteşem fotoğraflar. Sanki bir filmden fırlamış gibi herkes ve her şey…
mükerrem
Harika bir yer. Bu yazıyı okuyup bitirdikten sonra aslında bilgisayarımın karşısında olduğumu farkettiğimde çok üzüldüm.
zeynep
Fotoğraflar mükemmel, yazı mükemmel, tekrar tekrar dönüp okuyabilirim… Bayıldım.. 🙂
Yesim Insel
Sırada bir French Laundry yazısı var mı?
Pervin
Bu sitede okuduğum her bir yazı hayatıma bambaşka tatlar katıyor. Okumayı bitirince ise gerçek hayata dönmek zor oluyor…
Merve ER
Aaaaaaahhhhhhhhhhhh aaaaaahhhhhhhhhhhh…
ruhi kulez
Uzunca bir süredir bloğunuzu keyifle izliyorum. Bence bu yazınız ve resimlerinizle daha üst bir noktaya sıçradınız. Resimleriniz, edebi biçeminiz ve kaliteli resimlerinizle dört dörtlük bir blog haline geldi. Pek çok blog izliyorum ve inanıyorum ki en iyisi sizinki. Dışardan basit görünen bu işin ne kadar emek istediğini bilen biri olarak sizi tüm içtenliğimle kutluyorum.
Arlet
Fotoğraf çekmek konusunu anlatımınız gerçekten mükemmel, sanırım yemek dışında yazarlık kabiliyetiniz de var 🙂
Şölen
Cenk merhaba,
Offf o kadar güzel yazıyorsun ki… San francisco’ya geçen sene gitmiştim bir daha gidersem mutlaka chez panisse’ye gideceğim. Bu arada yazıların ve tariflerin harika kitabın çıktığı an alıcam:)
Didem
Gerçekten çok güzel bir yazı,fotoğraflar ise şahane ! Keşke hemen gidebileceğim bir yer olsa, ah ahhh :)))
azize
cenk bey siz gerçekten çok şanslı bir insansınız..
bütün bu güzellikleri,lezzetleri yerlerinde görüp tatma imkanına sahip olduğunuz için!
aylin
fotoğraflara ve bütün ortama hayran kaldım 🙂
aslıhan
sessiz takipçinizim ama bu yazıya sessiz kalamadım.muhteşemdi..harikaydı..gitmiş kadar oldum,yazı bittiğinde sanki ağzımda hoş bi tad vardı:))fotoğraf çekme konusundaki çekingenliğinize çoook tebessüm ettim,kendi utangaçlıklarımı hatırlayarak.katlanmış kazak detayınıza,resimlere bayıldım.fiatları merak etmiştim ki koyduğunuz menüden onu da gördüm…
en kısa zamanda benim de buraya gitmemi ta gönülden isteyerek;
yazılarınızın daha çok daha çok :),keyfinizin bol,ağzınızın tadının bal gibi olmasını diliyorum…
Baris
Cok guzel bir yazi. Tesekkurler Cenk.
aynur
Cenk, ellerine, bedenine sağlık…
Bizi oralara gitmiş kadar ettin.
Ben gitmesemde yöneticim SF sürekli gidiyor acaba yakın mıdır Sunnyvale’e tavsiye etsem 🙂
zuzuşka
Alice Waters’ ın hikayesinin devamı yok mu?
efsun
Harika! Fotoğraflar sanki bir filmden alınmışcasına gizemli
Ayşe
Çok güzel bir yazı olmuş.Chez Panisse üzerine yazı çoktur da böyle mutfağı filan da görmek, okumak başka pek bir keyifli.
hatice
Şantiye ortamında,toz ve gürültü arasında yazılarınızı her okuduğumda beni farklı dünyalara götürüp kısa zaman diliminde bu ortamdan uzaklaştırıp farklı bir dünya yaşatıyorsunuz. Bu yazınız ve fotoğraflar harika, beni yine başka dünyalara götürdünüz…Çok şanslısınız bütün bunları yaşayabildiğiniz için,kıskandım sizi!
Cenk
Yazıyı ve fotoğrafları beğenmenize çok sevindim. İyi ki San Francisco’ya gitmişim! Bu tip yeni yazılar yolda. Umarım onları da en az bu yazı kadar beğenirsiniz.
Yesim Insel – Yok, maalesef Napa’ya gitmek için vakit bulamadım.
aynur – Berkeley ile Sunnyvale arası arabayla bir saat ama trafikte ne kadar sürer emin değilim. Gününe ve saatine bağlı.
zuzuşka – Var elbette, ama bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Eğer ilgileniyorsanız Thomas McNamee’nin “Alice Waters and Chez Panisse” adlı kitabını tavsiye ederim.
Aysin
Cenk oyle guzel yazmissin ve fotograflamissin ki sanki seninle oradaydim. Harikasin..
Duygu
Yazdiklarin,fotograf cekmeye,yemege ve yemekle ilgili olan herseye
duydugun ask insana ilham veriyor..Tam tatlina giderken tabaklari da gormussun ya hemen onlari da fotograflandirmissin, ustelik cocuklarda olan sonsuz merak ve ilgiyle bi de onlari karistirmak dokunmak, tek tek cekmek yapilanlarin tadina bakmak istemissin..Ne kadar hos yaptigin isi bu kadar sevmen ve o isi cok iyi yapman :)Eminim herkes de ayni duygulari hissediyordur!Hemen New York’tan atlayip oraya gitmek istedim simdi ve emin ol ilk firsatta hepsinin tadina bakicam!Tebrik ederim Cenk! Bu ise duydugun sevgiyi bize bu denli hissettirdigin icin!
Tülay Sarı
Fotoğraflar ve anlatım muhteşem, müthiş keyif verdi yazınızı okumak, sevgiler ve tebrikler!
şeniz
gerçektende gitmiş kadar oldum anlatımın okadar hoşki teşekkürler.
BEYHAN
Sevgili cenk.Uzun süredir sitenizin müptelasıyım.En büyük hayalim birgün San Fransısco yu görebilmek.Bu yazınızı okurken kendimi bir filmin setindeymiş gibi hissettim.O ne güzel dekor[ratatouılle çizgi filmindeki gibi]o ne güzel tencereler tabaklar.Snki bende sizinle oradaymış gibi gezdim ve kokuları aldım.yemek en büyük tutkum ve siz bunu bana çok daha keyifli hale getirdiniz.emeğinize yüreğinize sağlık.Bu arada 7 yaşinda oğlum var 3 yaşından beri benimle yemek yapmaya bayılıyor.İnşallah ileride sizin gibi hayallerinin peşinden koşacak fırsatlar bulur.Güzel yazılarınızın devamı dileğiyle…
Özlem Odabaş
Sanki kendim yaşamışım gibi yazdıklarını büyük bir keyifle okudum.Restoran mutfaklarını hep kargaşa ve telaş içinde gözümde canlandırırım.Ama fotoğraflara bakarken herkesin ne kadar sakin göründüğünü söylemem lazım.Bu arada tatlı tabağı çok zarif…
Gülcan
Eline sağlık çok güzel bir yazı olmuş yine, Cenk..Bu arada belki seni güldürecek ancak ben fotoğraflara bakarken sosu döken (2 ayrı fotoğrafta yer alıyor) beyaz önlüklü kız ile beyaz saçlı bayanın sima benzerliğinden (tahminimce) anne-kız restoranda çalışmak nasıldır acaba, ne güzel böyle bir hayat, hayallerine daldım kaldım 🙂 Çikolata tadında hayaller için çok teşekkürler..
Melek
Harika yazmışsın Cenk,umarım birgün burayı ziyaret etme şansım olur,arayı fazla açmaman ve bizi harika fotoğrafların/yazılarından fazla uzak bırakmaman dileklerimle,kendine iyi bak…
reha Karaoz
Amerikada 35 yildir yasamanin vermis oldugu Amerikan kulturunun icimize sinmesindenmidir nedir Bu restauranti cok defalar ziyaret etmemize ragmen yinede cogunda sanki Christmas ta oyuncak beklerken okul cantasini hediye olarak almanin vermis oldugu duygulari yasamisimdir. Bunu goturmus oldugum gerek Turkiyeden gerekse diger yerlerden gelen arkadaslaimda yasamistir.
Over Rated denilebiecek bir restaurant oldugu kanisina varildigindan son senelerde bayagi asagiya ucusa gecti..
fatoş
İnanamıyorum….soluksuz bir belgesel izledim.Hatta izlemekten öte gitmiş,görmüş,yemekleri tatmış,o havayı solumuş gibi oldum.
Gerçekten tebrik ederim.
Cenk
reha Karaoz – Bir restoranın giden herkesi memnun etmesi elbette düşünülemez. Tam olarak neden hayal kırıklığına uğradığınızı anlayamadım ama sanırım daha çok beklentilerle alakalı. Şaşaalı bir menü değil ve bol kepçe Amerikan porsiyonları yok… Eğer bu sebeplerden dolayıysa, zaten Chez Panisse bunları vadetmiyor. Benim beklentim topraktan o gün çıkarılmış sebzeler, yeni koparılmış yapraklar, hak ettikleri gibi yetiştirilmiş canlılarla hazırlanan yemekler, kusursuz servis ve misafirperverlikti. Yazıda da anlatmaya çalıştığım gibi, Chez Panisse’de bunların da ötesini buldum.
Ayse Tolga
Off !! Harika ne diyeyim kalemine saglık. Ve de afiyet olsun Resimler de şahane
Derya
Tatlınızdan bir kaşık yemiş gibiyim :)))Çok güzel anlatıyorsunuz.
Carriemel
muhtesem bir yazi. nefis bir restoran. inanamiyorum boyle tabaklarda yemek servisi yapildigina!! sadece o tabaklarda servis yapan bir restoranda yemek yemek icin bile gidilir. nocino’lu dondurma !! inanilmaz- bu arada portakal,sogan ve zeytinyagli sicilya usulu salata yedim cok guzeldi. biraz o kan portakal ,greyfurt salata ondan esinlenmis ama zeytin koymuslar cok basarili bence.. ama sende oyle guzel anlatmissinki. oradaymis gibiydim. birde fotograf cekmeden once kendi beyninden gecen tereddutleri anlatimin super. yazilarin capcanli..bayiliyorum.
banu
http://www.thekitchn.com/thekitchn/breakfast/menemen-from-cenk-of-cafe-fernando-breakfast-with-a-blogger-146023
burdaki siteyi gezerken sizi gördüm ve çok heycanlandım. AAA cenk bu dedim. sanki babamın oğlu gibi. bu tepkimin nedeni de elbette blogunuzu takip etmemdi. Sonra bu yazınızı ve fotoğraflarınızı gördüm. Bu başarılı sunumunuza doğal olarak şaşırmadım. Tebessüm edip sörfüme devam ediyorum. Tebrikler tekrar..
sahver
Ne söyleyebilirim ki? Ilk satirlari okumaya baslamamla birlikte sizinle birlikte Chez Panisse in icinde sizinle dolasmaya basladim. Yazi bittiginde ise sanki bir rüyadan uyandim. Bize bu rüyayi yasattigin icin cok tesekkürler Cenk, iyi ki varsin…
seval
merhaba uzun zamandır blogunuzu takip ediyorum ama ilk kez yazıyorum.cidden olağanüstü bir hizmet sizinkisi,tüm bu bilgileri paylaşıyor olmanız günümüz insanının doğasına aykırı:)sizi kutluyorum müthiş bir iş yapıyorsunuz,kendi adıma bu büyük başarı ve ben devamını diliyorum.ben bir anneaneyim ve teknolojiye torunlarım adına uyum sağlamak için hergün çaba sarfediyorum,yaptığım işle ilgili devamlı olarak yurt dışı ile zorlu bir alışveriş maceram var.bugün bununla ilgili verdiğiniz link için ayrıca teşekkürler,umarım bu sorunum böylece hallolur.sevgiler
linda
cenk İstanbul u gezerken bile fotoğraf makinamı çıkarıp da en bilinen yerleri bile çekmeye utanıyor çekiniyordum.Sanki biri durdurup Hopp hemşerim nereyi çekiyosun diyecekmiş de ben de o an yerin dibine giriverecekmişim..Yani keşke turist olsam diye düşünürdüm özgürce resim çekecekmiş gibi ya da öyle diyen birine hemen sanki ben turitmişim gibi yabancı bir dilde konuşarak cevap verme senaryoları kurardım.
Okurken yazını hele de böyle bir yerde gerçekten de hissettiklerini anlayabiliyorum.
Ama benim sırf içindeki bir tarifi bile beğendiysem ne kadar olursa olsun o tek tarif için parasını verip aldığım yerde insanların rahatça gelip oturup beğendikleri tarifleri not ettiğini gördükten hatta birinin bir kitaptan ayak üstü oya örneği gibi bir örnek çıkardığını duyduktan sonra artık resim çekme konusunda takıntım yok.
Hakikaten hiç üstüne alınma biri birşey dese bile!
ne kadar ince düşünürse insan o kadar yıpranıyor…
birbirinden güzel kareler için ve ince ayrıntılar,kelimelerin peşpeşe dizilip oluşturduğu nadide cümleler için teşekkürler..
Ümit
Çok güzel bir yazıydı ellerine sağlık. Devamını bekliyoruyz mutlaka.
Yalnız tavsiye ettiğin kitapların hepsi yabancı.. biz türkler 🙂 ! için tavsiye edebileceğin kitap var mı acaba? yoksa ingilizce öğrenmek zorunda kalacağım :))
sevgiler,
Sıdıka Satar
Yine muhteşem bir yazı olmuş.Anlatım tarzınız çok güzel sizinle gezdim sanki orayı.Bende 9 yıl newyork da yaşadım.O zamanlar yemek ve damak tadı konusunda fikirlerim şimdikinden çok farklıydı.Alışkın olmadıgım şeyleri denemek beni hep korkuturdu.Birgün oraya tekrar gittiğimde restoranlara birde sizin gözünüzle tekrar bakacağım.Fakat şu da bir gerçek ki güzel bir yemek yapmak kadar o güzel yemeği layık olduğu şekilde yiyip yorumlamakta bir sanat.Elinize yüreğinize sağlık…
Basak
Cenk, muhteşem bir yazıydı. Okurken inanılmaz keyif aldım. Her yeni yazında ufkumu biraz daha genişletiyorsun. Teşekkürler…
Volkan
harika bir yazı olmuş,fotoğraflar sayesinde birlikte orayı gezmiş gibi oldum. Gianni’nin “Mutfağımızı gezmek ister misin?” diye sorduğunda, (sanki bana sormuş gibi) sevinçten içim kıpır kıpır oldu 🙂
Yasemin
Bir nefeste okudum yazını, bitince derin bir nefes aldım. Keşke bu yazını 6 ay evvel yazsaydın, belki ben de SF de zorla da olsa fırsat bulabilirdim bu gorsel ve tadsal şölen için…Kitabını da heyecanla bekliyoruz!
eliza bennet
Beklediğime değdi doğrusu, ellerinize sağlık. Bir anı bu kadar mı güzel paylaşılır? Çok teşekkürler, okurken sanki oradaymışım gibi hissettim 🙂
serpiltk
ne kadar güzel bir anlatım…..fotoğraflar…bir masal gibi okuyup bittiğinde oralarda olma özlemi..çok çok keyifliydi..ellerine sağlık…
Gülden
çook güzel bir anlatım.. fotograflar.. harika bir vizyon.. Yorum yazmadan geçmek büyük haksızlık. Seni takip etmek ise büyük mutluluk 🙂 Yani sen böyle yazıyorsun ya, biz de bir çırpıda okuyoruz hani, sonra sen resmen arkadaşımız gibi oluveriyorsun. Ne güzel (-:::
selma karpuz sabancı
ÖYLE GÜZEL ANLATMIŞSINKİ SANKİ YANINDAYDIM.YÜREĞİNE SAĞLIK.SEVGİYLE KAL
Mine Sönmezsoy
Allah vergisi bir yetenek+geniş bir vizyon=harika resimler+muhteşem yorum,tebrik ediyorum tüm düşlerin gerçekleşir inşallah
Rabia
Bavulu hazırlayıp hemen yola çıkmak geldi içimden. Ne kadar da güzel anlatmışsınız detayları. Sizi okumanın keyifli tarafı da bu zaten.
Sevgilerimle..
Gülcan
Konuyla alakasız olacak ama Taylan Hanım senin domates çorbandan bahsemiş Hürriyet Pazar ekinde, şimdi gördüm. Geçen ramazanda yabancı misafirlerimi iftara davet ettiğimde ben de yapmıştım. Canım çekti 🙂
http://www.hurriyet.com.tr/pazar/17789637.asp?gid=59
mndlna
Fotoğraflar harika, anlatım harika, yemekler de harika… Cenk bizi alıp taaa oralara götürdün ve getirdin ki sen de harikasın 🙂
Fotoğraf makineni merak etmiyorum desem yeridir, sanırım ışık ve yer ayarını mükemmel yapıyorsun.
Cenk
Ümit – Listede Türkçe yemek kitabı olmaması benim eksikliğim diyelim. İleride Türkçe kitaplarla daha çok haşır neşir olduğumda mutlaka onları da listeye eklerim.
Gülcan – Haber verdiğin için çok teşekkür ederim.
mndlna – Teşekkürler. Fotoğraf makinem Canon 5D mark 2.
Peri
Yazi ve resimler cok guzel, buyuk bir keyifle okudum. Ben kitanin en guneyindeyim bu yuzden Southern (guney)ve African-American mutfaginin icindeyim:)Anlayacagin hersey kizartma, organik sebzemi? o ne?:)sebzeyi bilmeyen,sevmeyen (cok pahali oldugundan alamayan)ve obez olan bir toplumun icindeyim.Uzuluyorum tabi.
Yakindada en kuzeye, Canadanin Vancouver sehrine tasiniyorum,SF gidip Chez Panisse’de yemek yiyecegim Cenk, listeme aldim. Tesekkurler
Gamze
Öyle yoğundum ki kaç kez siteye girip o dağınık kafayla okumaya kıyamadım ve kapattım. İyi ki zihnimi açık bulduğum bir ana saklamışım. Gerçekten masal gibi yazıyorsun. Yaşadıklarını mı kıskanayım anlatma gücünümü ruhunu mu bilemedim.
Abartmıyorum. Şahanesin.
nilay
yazı, fotograflar, hepsi cok cok guzel.
MELTEM NEBİPAŞAGİL
Süper fotoğraflar,çok güzel bir yazı olmuş.
Dün akşam sf den -8 günlük tatilden-döndük.Bu bir haftaya losangeles ve carmel kaçışlarını da eklediğimiz için biraz sıkıştırılmış bir tatil oldu.Bahsettiğiniz Blue Bottle Coffee çılgınlığını yaşadım.Biz ferrybuildingte kinde kuyruksuz bir gün görmedik.Hele cumartesi günü sabah metrelerce kuyruk nerdeyse hiç azalmadı.Ama kahveleri gerçekten çok güzel.Hiç üşenmeden sabah gidip kahvemi içip,güne oradan başladım.
yazın için tekrar ellerine sağlık
Tuğba
teşekkürler Cenk yine muhteşem bir yazı,muhteşem fotoğraflar..başka ne diyeyim ki muhteşemsin işte! 🙂 emeğine sağlık. bir de ilk defa bir soru sormak istiyorum,yemek kitabını sabırsızlıkla bekleyenlerden biri olarak sadece gezi yazılarından ve fotoğraflarından oluşan bir kitap çıkarmayı da düşünüyor musun?
Cenk
Tuğba – Çok teşekkür ederim. Elbette, çok isterim. Yalnız düşünmek yetmiyor, basacak bir yayınevi de gerekiyor. Hele bir üzerinde çalıştığım kitap çıksın, ondan sonra aklımda öyle bir fikir var.
Sema Korkmaz
fotoğraflar harika. flaşssız ortam ışığnda çekmişsiniz sanırım buna rağmen çok profesyonel. Kompozisyon çok güçlü. Ellerinize sağlık. Makinanızın markası ve modelini öğrenebilir miyim? 🙂
Cenk
Sema Korkmaz – Çok teşekkürler. Canon 5D mark 2 kullanıyorum.
Zuleyha Sucu Celik
Boylesine buyuleyici bir mekani da, boyle buyuleyici bir dille anlatmak gerekti zaten! Chez Panisse’e 10 dk mesafede yasiyorum, Berkeley’de, sayenizde bir kez daha kapildim buranin buyusune 🙂 Tebrikler…
(Bu arada ucundan dokundurdugunuz dondurmaci da ‘ICY’ olsa gerek 🙂 O sevimli mi sevimli mekana muhakkak sizin pencerenizden de bakmak ve onunde olusan uzuuun kuyruklara o tatla bir kez daha katilmak isterim…)
sema göncüoğlu
sevgili cenk; tıpkı bir masal gibi anlatmışsınız herşeyi.. bilmem farkındamısınız ama böyle bir hayata ve en önemlisi böyle bir bakış açısına sahip olduğunuz için çok şanslısınız.. velhasıl çok kıskanılıyorsunuz:)) ayrıca kitabınızı sabırsızlıkla bekliyorum. tahmini olarak ne zaman çıkacak?
Cenk
sema göncüoğlu – Çok teşekkürler. Aksilik olmazsa Kasım sonu gibi çıkacak.
begüm
merhaba, aslında ha bire bloğunu çevirip çevirip okuyorum, hiç bir tarifini denemedim ama çok tüyolar alıyorum. Ve, senin yazdıklarını okumaktan keyif alıyorum. Bu hafta sonu Dantel ödül aldığını okudum. Sanki ailemden biri almış gibi sevindim. Hayırlı uğurlu olsun. Sen başarılı bir insansın bunu yaptıklarından, yazdıklarından hissediyorum. Ha, pozitif enerjin hiç bitmesin. Memleket Karadeniz olunca, tanışma oranı azalıyor. Selamlar.
Senem
Cenk merhaba nasılsınız?
alakasız olacak ama haber vermek istedim belki bilginiz vardır online alışveriş yasağı na karşı birşeyler yapmalıyız diyorum
http://www.facebook.com/home.php?sk=group_141038985968157&id=147027205369335¬if_t=group_activity#!/home.php?sk=group_141038985968157
ne düşünüyorsunuz?
Cenk
Senem – Teşekkürler! Haberim var. Ne düşündüğümü şu yazıda paylaşmıştım.
saadet
sabah 06:30 yoğun bakım nöbeti bi gözüm hastalarda bi gözüm fotograflarda. yazınızı çok keyif alarak okudum. hep derdim ben buraya ait değilim burası bana göre değil şimdi hayatımda birşeylerin değişmesi gerektiğini gördüm. teşekkürler…
merve
levrek gerçekten şahane gözüküyor,tadı da muhteşemdir bence.
Gülten Birel
Cenk, bu mutluluğu yaşayabilmenize içtenlikle çok sevindim. Helalinden Hakediyorsunuz. Ayrıca yorumlardan belli olduğu üzere aldığınız keyfi ve mutluluğu hem yazınızla hem fotoğraflarınızla bizlere tüm yalınlığı, içtenliği ve sahiciliğiyle bir an ordaymışız gibi yaşatabildiğinizi bilmenizi istedim. Uçak korkum olmasa, tüm şartlarımı zorlayıp reservasyonumu anında yaptırmıştım; o kadar yani. Sıhhat ve afiyetle…
Selen
İnanılmaz güzel ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Hep duyduğum bir yer hakkında ilk elden bilgi almak beni çok mutlu etti. Çok teşekkürler. Böyle bir yerin ulaşabileceğimiz bir yerde olması ne güzel olurdu ama organik ve sağlıklı gıda konusunda gelişmelerin ve bilincin artması gerekiyor Türkiye’de öncelikle.
ifakat
Merhaba, Ödülünüzden dolayı tebrik ederim. Bu yazıyı okurken günün birinde benzer bir restaurant/cafe açacağınızı düşündüm. İnanıyorum ki çok sevilen bir yer olur. Bir an kendimi orda hayal ettim. Ben yemeklerden o kadar anlamam. Acaba yemeklerinizin hakkını vererek yiyebilirmiyim diye düşündüm vallahi. Ne kadar çok sevdiğin çok yansıyor. Daha önce de söylemiştim. Dünyaya açılan pencere gibisin. Tariflere harmanlanmış bilgi, kültür, deneyim vs. ediniyorum. Çok da öğreniyorum dünyayı ve detayları. Ben kendi adıma çok mutlu oluyorum bu siteyi okurken. İyi ki varsın. Ayrıca tariflerini de deniyorum ve olmadı dediğim hiç olmadı. Hatta arkadaşlarıma da yaptıklarımdan ikram ettim ve böylelikle sitenin müdavimleri bile oldular. Tekrar teşekkürler.
refik
Cenk hoşgeldin, babana dedimki Cenk artık cafe fernandoyu bıraktı. Yok yahu kitap yazıyor ondandır dedi:)) Refik amcan selam eder.
Çiğdem Karal
E süper biyazı. Bundan sonra bende geleceğim bu blog a. Biz eşimle yabancı filmleri seyrederken, hayat ne değişik, ne güzel, ne kadar çok farklı konu ve insan çeşidi var. yapımcılar bu konu bolluğu içinde ne kadar şanslı deriz. Bu lokantada oyle biryer.
Tesekkürler.
Bir tek 3. resim, tavalar yerde falan, takıldım onun dışında harika. Bir de Anadolu hikayesi harika.
Geveze anne Çiğdem
Shima
Cenk
Hem yemege, hem yazi yazmaya, hemde ingilizceden tercumeye buyuk bir yetenegin oldugunun farkindayim, umarim baskalari da fark etmistir.
Bu yazini buyuk bir zevkle okudum.
Hem cok guzel yaziyorsun, hemde yazinin iki dilinide okudum tercumelerin super!
Basarilarinin devamini diliyorum.
Cenk
Shima – Çok teşekkür ederim. Genelde önce Türkçe sonra İngilizce yayınlıyorum ve çoğu zaman da birebir tercüme etmek yerine okur farklılıklarını göz önünde bulundurarak sil baştan yazıyorum. Bu yazı ikisinin arasında bir yerde… Umarım ilerideki yazıları da en az bunun kadar beğenirsiniz.
Mustafa
Tek kelimeyle “Mükemmel”, seni imrenmemek elde değil. Ve bizim yerimize o yemeklerin tadına bakabildiğin için teşekkür ederim.
dawn
Merhaba,
Ben de bu yazının İngilizce versiyonunu okudum.Biz de İngilizce bilen adam olarak ortalıkta geziniyoruz ya utandım kendimden :)Herhalde ana dili İngilizce olanlar bile utanmıştır. İki kelimeyle: Ağzına sağlık!
Yasemin
Ah Chez Panisse…! 1 seneyi gecti gideli ve tadi halen damagimda. Bizimle gelen 6 yasindaki ogluma ‘Bu, hayatta yiyebilecegin en klas yemektir, bunu asla unutma!’ dedim. Gianni ona cafe’den meatball pizza getirdi ama benimkilerden de tattirdim. Menu halen basucumda duruyor. Sanirim sonunda ben de cerceveletecegim.
Monday, November 15, 2010
Grilled artichokes with radicchio, anchovies and green olive salsa
Roti de porc aux coings: Spit-roasted Becker Lane Farm pork loin with quince mostarda, root vegetables, and broccoli di ciccio
Tiramisu
Fotograflar harika… Guzel bir ani tazelendi sayenizde…
Işıl Ertunç
Sayenizde rüya gibi bir restoran yolculuğu yapmış gibi oldum. Yemeklerin tadı damağımda,ananaslı tatlının kokusu burnumda.Oyum siz Cenk. Başarılar
aysel
yazilarini okurken sanki seninle birlikde geziyorum chok lezzetli yazi olmush ellerine saglik
cem bozkuş
cenk mükemmel yazmışsın. yeni okuyabildim. blue bottle yazını sabırsızlıkla bekleyenlerdenim.
Sezin
Bu yazi okudugumda herkes gibi “Ah keske bir gun” demistim. Chez Panisse’i onceden bilmeme ragmen, senin gozunden gormek mutlaka gezilmesi gereken bir sergi izlenimi yaratmisti. Sonunda gidiyorum. Tabi ki 20 gun kala yer bulamadik, cafe’de oturup, “gezmeyi” planliyorum. Ayni Julia Child’in filmindeki gibi, gezerken senin resim cektigin noktalari kesfedip, bir tebessumle ayrilirim artik 🙂 Dondugumde tekrar yazarim. Paylasmak guzel sey, tesekkurler!
Cenk
Sezin – Şimdiden afiyet olsun.
bilge
çok uzun zamandır takip edemesem de blogunuzu gerçekten önüme koca bir dünyayı serdiniz.hayat böle kısayken bana yapılacak ve doyum sağlanabilecek baska şeyler de olduğunu gösterdiniz. teşekkür ederimm bütün kalbimle 🙂 anane işi tabaklar ayrı bir zevkin ürünüymüş ve fotograflar da harikaydı 🙂
deniz
Merhaba Cenk,
yazılarını herkes gibi ben de büyük keyifle okuyorum. Özellikle San Francisco özlemini sadece 1 ay orada kalmış biri olarak bile anlayabiliyor gibiyim. Gibiyim diyorum çünkü orada uzun yıllar kaldıktan sonra oraya özlem duymak, benim özlemimden çok daha yoğun olsa gerek.
Bu yazıda benim de takıldığım nokta yerdeki tavalarla, Anadolu’daki hikaye oldu. Anlaşılıyor ki Alice, elindeki tek yemeği kendisiyle paylaşan kanlı canlı gerçek bir çocuğun adını değil de, Honoré Panisse adında hayali bir karakterin adını restaurantına koymayı tercih etmiş.
Her neyse, kitabını büyük bir heyecanla bekliyorum. Hoşçakal…
Sezin
Bugun yabanci bir internet sitesinde Alice Waters’a ait bir kac mutfak esyasi satiliyordu. Aklima Chez Panisse ve insana ‘evinde hissettiren’ rahat ortami geldi hemen. Ve bir kez daha donup burda tesekkur etmek istedim, bu guzel yazi icin 🙂 elimde olsa, Japon havanlarindan birini alir yollarim sana 🙂
Cenk
Sezin – Ben de teşekkür ederim!
Erkut O.
Müthiş bir yazı ve harika fotoğraflar.. Ben geç denk geldim.. Ancak elinize sağlık.. Tebrikler..
Mürvet İpek
Merhaba, ufaklıktan zaman buldukça okuduğum yazılarınızla kendimi ordaymışım gibi hissediyorum.Üslubunuz, samimiyetiniz, çalışma disiplininiz , nezaketiniz,tarifleriniz, verdiğiniz bilgiler ve fotoğraflar paha biçilmez.Bize sadece size teşekkür etmek kalıyor çok ama çok..Sevgiler
Meltem
Sanırım son iki buçuk saattir o reçeteden bu reçeteye, o yazıdan bu yazıya, o resimden bu resme bakıp keyifle yazılarını okuyorum, oysa ki uzuuun yazılar okumaktan hiç keyif almam, özelikle yemek reçetelerinde!
İki arkadaşım var blogunuzu takip eden, onlardan duydum sitenizi ne zamandır bakayım diyordum bi şekilde bugüne kaldı ve nasıl olabildi de şimdiye kadar cafefernando.com’a internette rastlamadım çok şaşırdım!
Daha önce takip ettiğim hiç bir bloga yorum yazmak içimde gelmemişti, şimdiyse ilk kez ziyaret ettiğim cafefernando.com’a “bi teşekkür etmeden gitmek ayıp olur” durumundayım. Teşekkürler 🙂 hoş üslubunuz, samimiyetiniz, espirili anlatımınızla bana göre çok uzuuun olan ama artık olmayan yazılarınız, önemli detay bilgileriniz ve hoş resimleriniz için. (sanırım başka birkaç şey için daha.)
Yemek yemeyi mümkünse güzel, doğal, sade ama lezzetli yemek yemeyi seviyorum 🙂 oğluma, eşime, aileme ve sevdiklerime güzel yemekler yapmayı da, bu yüzden takipteyim.
Sevgiler
Cenk
Meltem – Çok teşekkür ederim!
canan Apaydın
merhaba;
kitap reklamınızın mail adresime yollanmış olması ne kadar güzel…gün başlangıcında bu yazıyı okumak beni oralara götürdü. makine elimde sizinle beraber fotoğraflamış gibiyim. her bir lezzetin kokusu burnumda gibi…En kısa zamanda kitabınızı almak istiyorum. Ankara da bir imza gününüz olursa kaçırmam. iyi günler..
Aysegul
Sevgili Oray Egin olmasa,varliginizdan haberim olmayacakti.Saatlerdir okuyorum,sadece tarifler degil,yazarkenki tutkunuza hayran kaldim,hikayeyi yasattiginiz icin tesekkurler…İyi gunler dilerim…
Mari
Cenk Bey kitabınızı Barcelonadan nasıl alabiliriz¿
Cenk
Mari – kitapavrupa.com’dan alabilirsiniz.
Gökşen
Merhaba Cenk,
Restoran için dress code uygulaması var mı acaba? Spor kıyafetle gidilebilir mi? Gelirken alacağım kitchen aid mikserim nedeniyle minimum valiz hazırlamak durumundayım da…
Bir de, Kasım ayı menüsünü öğrenmenin bir yolu yok sanırım? Ne çıkarsa bahtıma demek biraz riskli geldi, tavuk, domuz ve istiridye yemiyorum da..
Pazartesileri tavuk cumaları balık çıkar gibi bir rutin var mıdır acaba, fikrin var mı?
Cenk
Gökşen – Herhangi bir dress code yok. Spor kıyafetle gidebilirsiniz. Bildiğim kadarıyla menü en erken bir hafta öncesinden belli oluyor ve sitelerinde yayınlanıyor. Menülerini uzun süredir takip ediyorum; bir rutinden bahsetmek mümkün değil. Arkadaşım menüdeki domuzu yemek istemediğini belirttiğinde hemen bir alternatif önermişlerdi. Standart bir uygulama olduğunu sanmıyorum ama oldu da karşınıza yemenizin mümkün olmadığı bir malzeme çıkarsa garsona belirtebilirsiniz.
Gökşen
çok teşekkür ederim. Mesajini geç gördüğüm icin smart casual geldim. Karanlığa kalmamak için öğle yemeğine geldim. Fotoğraf çekmeye cekiniyoum hickimse cekmiyor çünkü 🙂 sevgiler…
Funda Özgenraş
Cenk Bey merhaba,evde sıkıldığım bir akşam kitabınızı karıştırıp tariflerinizi okuyordum.Anjelik erikli tart tarifini okurken Chez Panisse adlı restoranla ilgili blogdaki yazınızı okuduğum günler geldi aklıma.Bloğunuzu okumayı ne kadar çok özlediğimi farkettim ve hemen bu yazıyı açtım.Karmakarışık aklıma ve günlerdir saçma sapan süregelen aksiyeteme öyle iyi geldi ki derin bir ohh çektim.Bu zamansız blog çok iyi geliyor her defasında.Size de selam vermeden geçmek istemedim.Bir daha elinize sağlık,sevgiler..
Cenk
Selamlar! Size iyi geldiğine çok sevindim. Sevgiler.