Chez Panisse’i açmadan iki sene önce, 1960’lı yılların sonunda, bir arkadaşıyla Londra’dan yola çıkan Alice Waters, kendini Anadolu’nun ücra bir köşesinde bulur. Benzinleri bitince, karşılarına çıkan eşek gözlü bir oğlana el işaretleriyle dertlerini anlatmaya çalışırlar. Benzin kalmadığını anlatan çocuk, bu sefer de nerede yemek yiyebiliriz diye soran Alice ve arkadaşını peşine takıp evine götürür. Evde tek başına ufak kardeşine bakmakta olan çocuk, çam kozalaklarından ateş yakıp üstünde çay demledikten sonra, belli ki evde yemek niyetine kalan son şey olan minnacık bir peynir parçasını mikroskobik parçalara bölüp önlerine koyar.
Karşılığında hiçbir şey beklemeden sahip olduğu bütün yiyeceği hiç tanımadığı Alice ve arkadaşına ikram eden bu çocuğun gösterdiği misafirperverlik, Alice’in hayatında hiçbir zaman unutmayacağı, “inancın bir mucizesi” olarak tanımladığı bir dönüm noktası olur.
İşte ben, misafirperverlik konusunda bizi örnek almış bu kadının restoranında, hiçbir zaman unutmayacağım, hayatımın en güzel yemeklerinden birini yedim.