Sabah kahvaltısı olayı senelerdir canımı sıkıyor. Günün en önemli öğünü diye diye strese sokmuşlar bir kere.
Gözümün önünde senelerdir – kuvvetli bir ihtimalle – dünyanın en düzenli ve kuralcı kahvaltısını yapan bir babayla büyümeme rağmen bu adeti bir türlü edinemedim. Babam gibi günün ilk ışıklarıyla uyanıp bir saatlik yürüyüş ve duştan sonra ince birer dilim beyaz peynir, gravyer ve eski kaşar, dörder tane zeytinyağı ve limonda bekletilmiş yeşil ve siyah zeytin, kabukları annem tarafından hiç usanmadan soyulmuş dört adet cherry domates, bir dilim kızarmış ekmek yeseydim ve bir kaşık balı yedikten sonra kaşıkta ne kadarı kaldıysa o kadarıyla tatlandırılmış limonlu çay içseydim acaba başka türlü bir insan olur muydum? Ne kadar kısa da olsa nasıl senaristlik maceram bana hala kısa cümleler kurmayı öğretemediyse, bu düzeni seyretmek de kahvaltı alışkanlığı edindiremedi işte.







