Vera’yla pazara doğru yola çıktığımızda, ertesi gün için neler yapalım diye konuşurken kabaklı börek dediğinde ona çaktırmadan ağzımı buruşturduğumu itiraf etmem lazım. Vera ne yapsa lezzetli olur, buzdolabını açıp kenarda köşede kalmış malzemelerden bile yemekler çıkarmasını bilir, ama Vera ya da bir başkasının, kabağı yağda kızartmadığı sürece bana yedirmesi zordur.
Kabakla aram hiç iyi olmadı. Çocukken annem de inatla kabak au gratin (ograten) yapar, muhakkak da yıldızımın bir türlü barışamadığı diğer bir malzeme olan dereotunu bolca kullanırdı. Bana göre zaten tatsız tuzsuz olan kabak, içine girdiği her şeyin lezzetini daha da bir gölgeleyen beşamel sosu ve dereotuyla birleşince kabus olurdu. Bu kabusun sebebi de kesinlikle annem değildir, bütün suç kabak, beşamel ve dereotundadır, aman yanlış anlaşılma olmasın (Annem bilgisayar ve Internet olayını tamamen çözmüş durumda. Her gün de arayıp yeni yazı ne zaman diye soruyor, yani artık dikkatli konuşmam gerekiyor. Böyle parantezlere alışın lütfen).







